2 Ekim 2011 Pazar

DEATH MACHINE


1995 İngiltere yapımı filmin senaryosu ve yönetmenliğini Stephen Norrington yapmıştır.


CHAANK isimli askeri donanımlar üreten dev bir firmanın ürünlerinden birinde kullanıcıların kontrol dışı olmasına neden olduğu keşfedilir. Bu durumu öğrenen şirketin yeni yöneticilerinden Hayden Cale (Ely Pouget) proje çalışanlarından Jack Dante’yi (Brad Dourif) işten çıkarır. Bu arada sivil toplumdan büyük tepki gören şirketin faaliyetlerini sabotaj etmek için üç kişi şirket içine sızmaya çalışır: Raimi (John Sharian), Weyland (Andreas Wisniewski) ve Yutani (Martin McDougall). Cale’e ilgi duyan Dante hem işerini devam ettirmek hem de intikam almak için gizlice yürüttüğü Warbeast isimli projesini şirket yöneticilerini hedef alacak şekilde programlayarak harekete geçirir…

Death Machine. Yaratıcı (!) bir isme sahip, Amerika’da geçen bir İngiliz filmi. İçinde kimler var? John Carpenter, Sam Raimi, Scott Ridley (!), Wyland (!!), Yutani (!!!), Jack Dante (!!!!)…

Norrington kendisini etkilemiş yönetmenlere (John Cameron, Ridley Scott, Sam Raimi vb.) ve filmlere (Terminator, Robocop, Evil Dead, Aliens, Blade Runner, Predator, Die Hard, Rocky, Scarface, hatta yazı başından anladığınız gibi Street Fighter II…) gerek isimleriyle gerek görsel göndermeleriyle, açıkçası sinema aşkıyla dolu bir selam çekiyor.

Stephen Norrington bu  filmin hemen ardından hem eleştirmen hem de seyirci beğenisini kazanıp sinemada ve televizyonda bir seri haline gelen, (aslında bu filme kadar da sadece bir çizgi roman yan karakteri olan) Blade (1998) ile büyük başarı kazandı. Arada küçük ölçekli ama yine ilgiye değer The Last Minute’ın (2001) devamında gelen bir Alan Moore uyarlaması olan The League Of Extraordinary Gentleman (LXG) (2003), aslında ilginç bir film olmasına rağmen gerek fazla İngiliz oluşu, gerek fazla görkemli oluşuyla, gerekse Amerikan tarzı denebilecek bağlanabilecek bir baş kahramanı olmamasıyla, Blade’in aksine ne iyi eleştiriler alabildi ne de çok izleyici çekebildi. Norrington’un son projesi ise belki de pek çok fantastik sinemaseveri (başta yaşı otuza yakın veya aşmış olanları) kızdıracak bir yeniden çevirim: The Crow. Norrington’un söylediğine göre bizi anti-gotik, gerçekçi bir hikayesi ve sinema anlayışı olan bir film bekliyor. Sanırım Dark Knight’ın kazandığı büyük başarı bir dönem bu tür “gerçekçi-bol entrikalı-süper(?)kahramanlı” filmler görmemize neden olacak. Son olarak da Norrington’un özel efekt konusunda Young Sherlock Holmes (1985), Aliens (1986), Hardware (1990), Alien³ (1992) ve Exorcist: The Beginning (2004) gibi filmlerde çalıştığını da belirtelim.

Filmde önemli bir rolü olan, aynı zamanda filmin tek bilindik oyuncusu Brad Dourif, One Flew Over The Cuckoo’s Nest (1975) ile çok sağlam bir çıkış yaptıktan sonra kimi önemli, çoğu önemsiz bolca filmle dolu bir filmografiye sahip hala aktif bir oyuncu: Eyes Of Laura Mars (1978), Dune (1984), Blue Velvet (1986), Child’s Play (1988) (sonraki bölümlerinde sesiyle), The Exorcist III (1989), Jungle Fever (1991), Trauma (1993), Alien: Resurrection (1997), The Lord Of The Rings serisi (2001-2003), The Wizard Of Gore (2007), Rob Zombie’s Halloween (2007) gibi…. Dourif’in Jack Dante olarak performansı, kimi zaman abartılı olsa da, senaryonun ona en iyi bölümleri vermesi ile bir ara ortalığı kavuran “Jack Nicholson mı, Heath Ledger mi” tartışmalarının sıkıcılığını hatırlatacak kadar eğlenceli. Üstelik film çekildiğinde kırkbeş yaşında olduğuna inanmak güç.

Filmin ilk dakikalarına çok az bir süreliğine de olsa, o aralar pek tanınmayan Rachel Weisz karşınızda. Yönetmen Norrington’un yöneticiler arasında yer alması ise ayrı bir ayrıntı.
Düşük bütçesine rağmen Death Machine Norrington’un teknik becerisi ve hınzırlıkları ile olduğundan daha büyük görünüyor. Neredeyse tamamı daha çok uzay gemisine benzeyen CHAANK yönetim binasında geçen film, bu tür kovalamaca filmlerin olmazı klostrofobi duygusuyla beraber  büyüklük hissini de sahip. Ayrıca Residen Evil filmlerinde artık bunaltı veren hareketli yapı simülasyonunun lk kullanıldığı filmlerden. WarBeast’e gelince. Bir süre sadece korkuya odaklı gözlerinden (görüş menüsü bir harika!), sonra kısmen, sonlara doğru ise daha bir boydan gördüğümüz bu robot, kısmen görüldüğünde çok daha başarılı. Öldürme şekli ise tahmin edilenin aksine lazer veye bilumum ateşli bir silahla değil. Bunun yerine kocaman sivri pençelere ve paslanmayacak hissi veren kocaman dişlere sahip. Bu yüzden hedeflerini ne yazık ki (ya da biz izleyiciler için neyse ki) kolay bir ölüm beklemiyor. 



FİLMİN AFİŞİ : 





FİLMDEN KARELER :







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder